Bu Blogda Ara

19 Nisan 2007 Perşembe

Öpiyim de Geçsin!

Bilime, bilgiye öncelik veren, gerçekçi biri olsam da; asla özeleştiri yapmıyor değilim. Hoş bu özeleştiri genellikle istem dışı oluyor ama bu da bilimin kabul çerçevesinin içinde olsa gerek.

Günümüzde insan psikolojisi ile ilgili öğretiler hızla değişiyor. Bilindik, alışıldık, babadan kalma alışkanlıklar yanlışlanıyor, zaman zaman da acımasızca eleştiriliyor. Artık “gerçekçi ve birebir” bireyler hedefliyor çağımız ya da öyle öngörüyor. Bunun en yoğun gözüktüğü örneklerden biri de çocuk büyütme evresindeki tavırlarla ilgili. Aynen, benim geçen akşam bir anda aklıma takılıveren ve saatlerce kafamı yorduğum şu klasik “öpiyim de geçsin” öğretisi gibi...

Ne derdik çocukların bir tarafı yaralandığında biz? “Aa! Yok bişey. Öpiyim de geçsin.” Çocuk da biraz şaşkın ama olumlu bakışlarla, ebeveyninin öperek geçirme eylemini izlerdi ve işin ilginç tarafı, ağlamayı keserdi. Sanki yarası gerçekten de geçmişti namussuzun!.. Analarımız, babalarımız çoğumuza uyguladı bu yöntemi.

Fakat günümüz öğretileri ne diyor bu duruma? “Olmaz! Çünkü çocuk gerçekten de yarasının o şekilde geçeceği gibi bir yanılgıya kapılır, bu yanılgılarla büyür ve ileride de gerçekçilikten uzak, sürekli manevi destek bekleyen, zayıf karakterli bir bireye dönüşür.” Yani o eski alışkanlıklarımız hep yanlışmış. Bu eleştiri aslında doğrudur. Yani tabi ki insan yarasının öpülerek geçeceğine, acısının dineceğine inanmamalı, inanmasın da. Ve hatta bireylerin gelecekteki yalan-gerçek dengesi adına da yerinde bir eleştiridir bu belki...

Ama düşündüm de bu kadar basit miydi? Yani sadece çocuğu kandırmaya yönelik, geçici ve gelecek için de hatalı bir çözüm olarak tanımlayarak işin içinden çıkabileceğimiz bir olay mıydı bu? Bana hiç de öyle gelmedi. Hatta düşündükçe bir haksızlık, hatta doğruyu ararken yapılmış yeni ve çok ciddi bir hata bile fark ettim bu yeni tutumun içinde.

Tamam, o eski öpme eylemi çocuğa gerçeğin dışında bir yöntemi anlatıyordu. Ama içinde başka bir şey vardı; sevginin gücü!.. İşte büyük bir dehşetle bunu yakaladım geçenlerde. Acımasızca yerlere vurulan ve hatta dalga geçilen o anadan, babadan kalma yöntemlerin, günümüz öğretileri karşısındaki hatalarının yanında, küçük insana “sevginin gücünü gösterme, onu sevgiye yöneltme” misyonunu keşfettim. Ve açık konuşacağım çok utandım!.. Öyle ya, o ana babalar bilmiyor muydu öpünce geçmeyeceğini yaranın. Hatta o, hiçbir şeyin farkında olmadığı yanılgısıyla yaklaştığımız, insan yavrusu bile... Hayır o kadar kolay değil! Herkes her şeyin farkındaydı. Orada sadece başka bir mesaj veriliyordu çocuğa ve çocuk aracılığıyla da yaşama; “sevgiye inan yavrum!”


Tüylerim diken diken oldu, gözlerim yaşardı, burnum dalgalar halinde, ısrarla sızladı! Breh anasını, n’aptık biz?! Neyle dalga geçtik, yanlışlamaya çalıştığımız neydi?

Dünyanın belki de başka hiçbir toplumunda görülmemiş, büyük ve engin bir “sevgi gücü aktarımı” duruyordu karşımızda. Yeni bilim ve gerçekçiliğin karşısında komik durduğu düşünülen o güç, belki de kahkahalarla gülüyordu halimize. Çünkü o güç; sevgiydi... Sevgiyi öğütlüyordu bize. Günümüzde insanların içinde barındırdığı sevgi oranındaki değişimi de göz önüne aldığımızda, daha acılaşıyordu tablo. Eskiye yapılan haksızlık daha da belirginleşiyordu. 4 elle sarılacağımıza, “yanlış” dediğimiz şey; meğer birbirimizi sevmemizi, hiç sezdirmeden, şifrelerimize süzülerek sağlayan, fısıltılarmış.

Başta da belirttiğim gibi; bilime ve yeniliğe sonuna kadar inanan biriyim. Ancak bilim gibi derin bir kavramın içinde, bazı maneviyatların, sıcak titreşimlerin de bulunduğuna inanıyorum. Yenileyelim derken, haksızlık etmekten uzak duruyorum. Yok saymak yerine, anlamayı yeğliyorum. Ve yeni öğrendiklerimle birlikte, sağlıklı bir gelecek karışımı üretmeyi...

Özetle; ben çocuğumun acıyan yerini ona nedenleriyle anlatacak ve gerekirse doktora götüreceğim. Ancak öpeceğim de... Ve inanın, geçecek!..


Sevgiyle...

Serdar Seren